Slow Food'un kurucusu ve başkanı efsane adam Carlo Petrini, BM'ye davet edilerek konuşan misafir konuşmacı oldu. 14 Mayıs'ta BM'de konuşan Carlo Petrini Gıda Hareketi'nin de altına imza attığı tarihi bir konuşma yaptı. İşte o konuşmanın metni:
Slow Food 25 yıldır, gezegenimizin ve insanın bir bütün olarak geleceğini korumada önemli bir araç olan ve tarımın ve gıda çeşitliliğinin korunması konusunda araştırma ve çalışmalarını sürdürmektedir. İklim değişikliğini de göz önüne aldığımızda, bitki ve hayvan türlerindeki bu ileri derecedeki kayıp, yıllar içerisinde büyük bir belanın yaklaşmakta olduğunun göstergesi olabilir.
“YÖNETME HAKKI OLMADAN BİYOÇEŞİTLİLİK TEK BAŞINA ANLAMSIZ”
Dikkatinizi çekmek istediğim şey, insanların çeşitliliğini ve onların kendi bölgelerinde kendilerini yönetme hakkı olduğunu savunmadan biyoçeşitliliği tek başına savunmak çok anlamlı olmayacaktır. İnsanlar, kendi topraklarını kontrol etme, gıdalarını yetiştirme, avlanma, balık tutma, kendi ihtiyaçlarına ve kararlarına göre biriktirmeleri devredilemez bir haktır. Yeryüzündeki en yaratıcı güç, çeşitlilik ve insanların birbirinden farklı olmasıdır. Sadece bu çeşitlilik sayesinde gelecek nesillere bu olağanüstü bilgi mirasının geçişi ve sürdürülmesi mümkün olabilir.
Slow Food'un varlığı bu bahsettiğimiz prensiplere dayanmakla birlikte bunu sürdürmek için 170'den fazla ülkede yaygın bir gıda network ağı kurdu. Bu ağa Terra Madre (Toprak Ana) adı verilmiş, 2004'den beri bu katılım devam etmektedir. O tarihten beri yeryüzünün her köşesindeki binlerce çiftçi, balıkçı, çoban ve artisan birliklerinin dikkatini çekmiştir. Terra Madre bir parti ya da bir birlik değildir. Basit bir ağ, bahsettiğimiz insan topluluklarının her birinin bir diğerinin farklılığına saygı duyduğu, birbirleriyle diyalogların merakla araştırıldığı, kültürel değiş tokuş ve dayanışmanın olduğu bir insanlık hareketidir. Bu hareketin ana başlığını ‘gıda hakkı' oluşturur.
“İYİ – TEMİZ - ADİL”
Eğer bu prensipler paylaşılırsa yaşam bize kendiliğinden verecektir; hepimiz için yemek yeme keyif verdiği için, gıda ‘iyi' olmalı; tabiat kaynaklarını ve çevreyi kirletmeyeceğimiz şekilde ‘temiz' olmalı; toprakta, denizde, otlaklarda ve ormanlarda çalışan yaşamımızı devam ettirmemizi sağlayan yiyecek içecekleri erişmemizi kolaylaştıran kişilere saygı duyduğumuz sürece: ‘adil' olmalıdır.
Tüm insanlar iyi, temiz ve adil gıdaya erişme hakkına sahip olmalıdır. Bütün insanlar kendi topraklarından ya da seçtikleri pazarlardan yeteri kadar gıdaya sahip olmalılar. Tüm insanların, kendi tat tercihleri ve gıda bilgilerine göre şekillenmiş geleneksel uygulamalarına göre gıdalarını üretme hakları vardır.
Bu temel değerler ve prensipler doğrultusunda, her kıtadaki pek çok yerli topluluğa ‘Terra Madre' ağında yer ayrılarak, 2004'den beri İtalya/Torino'da her 2 yılda bir gerçekleştirilen global konferansta aktif katılımı sağlanmaktadır. En son yapılan 2010 konferansında, açılış töreni, yerli toplulukların kendi yerel dillerinin yansıtılmasına ithaf edilmiştir.
Sonrasında, yerel toplulukların verdikleri taahhütler sayesinde birçok girişim başlatıldı. 2011 yılında ilk “yerli topluluk Terra Madre” kongresi Sami ırkının yeri Kuzey İsveç, Jomokk'ta yapıldı. Samilerin kendi kendine organize ettiği ve ev sahipliği yaptığı kongreye 61 ülkeden gelen yerli topluluk katıldı.
Uluslararası Tarım Geliştirme Fonu (IFAD) ve Christensen Vakfı tarafından desteklenen bu toplantılar sadece fikirlerin ve iyi uygulamaların paylaşılması açısından değil, katılan her bir yerel topluluğun kendine ait güveninin artması açısından da değerlidir. Her bir topluluk, kendi yerel alanlarında yalnız bırakılmadığı büyük bir topluluğun kaderine güçlü bir bağla bağlı oldukları ve önemli bir rolde yer aldıkları algısını taşıyacaklardır.
2007 yılında, bu farkındalık en yüksek seviyesinde ve zengindi. BM genel kurulunda, yerli halkların hakları bildirisinde, yerli toplulukların çeşitliliğe, toplumun zenginleşmesi ve refahına yaptıkları katkı ve 500 yıldır devam eden ırkçılık, tecrit etme ve dışlama gibi ayrımcılığa karşı verdikleri mücadeleyi savunmaları ne kadar önemli bir rolde olduklarını tüm açıklığıyla tespit edilmiştir.
Uluslararası topluluk, farklı kültürlere saygılı olacağını ve her topluluğun hakkını tüm insan hakları sistemi içinde farklı güçlendireceğini en azından resmi ağızdan bildirmişti.
“HAYATA GEÇİRİLMEYEN PRENSİP ANLAMSIZDIR”
Slow Food, sadece bu prensipleri paylaşmaz, bunların hayat geçirilmesinin tam zamanı olduğuna inanmaktadır. Bu ekonomik, ekolojik ve finansal kriz noktasında, yeryüzünün kültürel çeşitliliğine dönüşün açıklanması, erdemli, sürdürülebilir uygulamaların başlatılmasına yardımcı olabilir.
İnsanın mutluluğu ve refahı, yaşayan herkesin kaliteli bir gıdaya ulaşabilmesinin evrensel bir hak olmasına bağlıdır. Bir yandan insanlığın büyük bir kısmı aşırı yemek yemekle ilgili obeziteden muzdaripken, 1 milyardan fazla insan beslenememekte ve açlıktan olan ölümler hâlâ yok edilememektedir.
“OBEZİTE VE AÇLIK MADALYONUN İKİ YÜZÜ”
Obezite ve açlık aynı madalyonun iki yüzü gibidir. Bu yüzler, fosil yakıtları tüketerek üretimlerini gerçekleştiren endüstriyel işleme dayalı evrensel gıda sisteminin başarısızlığının sembolüdür. Daha önce tarlaların ve çevrenin bu kadar yok edildiği ve çalışan gıda işçilerinin bu durumu bu kadar yoğun algıladığı radikal bir değişime uğramış bu gıda sistemine ihtiyaç duyulmamıştır.
“GEREKSİZ VE NOSTALJİK BİR TALEPTE BULUNMUYORUZ”
Geleneklerimize ve daha sürdürülebilir gıda sistemlerine dönüp bakmamız kesinlikle gereksiz bir nostalji değildir. Yerel gıda ürünlerinin tekrar alışkanlık haline getirilmesi, yeryüzünün beslenmesi açısından çok önemlidir. Burada gerçek bir demokratik eylemden yani; hepimizin ortak iyiliği için bir katılımdan bahsetmekteyiz.
Çok uzun süredir gıda üretiminde kadınların, yaşlıların, yerlilerin bilgi ve tecrübeleri sınırlandırıldı ya da devre dışı bırakıldı, toplumun sosyal ortamında yerleri altlara doğru çekildi. Kendini beğenmiş ve küstahça davranan insanlık, yeryüzü kaynaklarının sonsuz ve insanoğlunun doğa üzerindeki hâkimiyetinin sınırsız tüketilmesine dayanan gelişme ve ilerleme fikrini işleyip durdu. İlerleme fikri içinde uygun adım yürüyerek, kadınları, yaşlıları ve yerli insanları yolun sonunda bırakarak, onları dinlemekten vazgeçmiştir.
“MODERN İLERLEM YOLUN SONUNA GELMİŞTİR”
Modern gerçeklik heyecanından ortaya çıkan şey şudur: İlerlemenin “bu parlak yürüyüşü”nün uçurumun eşiğine gelmiş, açgözlülük ve cehaletin meyvesinin de mevcut krizi doğurmuştur. Şimdi tabiatın ikazı, finansal krizden daha korkunç olacaktır. Bize söylediği şey, bu hızda ve yönlendirmede değişiklik olmaksızın devam ederse insanlığın kaderi korkunç olacaktır. Bir kez uçurumun eşiğine gelirsek, adımlarımızı takip etmekten başka seçeneğimiz kalmamış olacak. Bu noktada bize yolu gösterecek “son kişi” de bizi bu hâle getiren sistem olacaktır. Bizler kadınların faydalı uygulamacılığı ve duygusallığı, yaşlıların hatıraları ve bilgeliğine dayanacağız. İşte onların daima tabiatı tasarruflu kullandığını, yerli insanların da doğru gıdaya sürdürülebilir şekilde erişebilmek için anahtar rol aldığını fark edeceğiz.
Uyarı sırayla olur. İlerleme ve pazarın egemenliği adına bu insanlarla ilgili her birimize ne kadar çok kötülük ince ince işlenmiştir. Oysa yerli toplumlardan kazanılan ne kadar çok bilgi, hikmet ve yeryüzünün meyveleri insafsız ilaç ve gıda çok uluslu şirketleri tarafından gasp edilmiştir. Arayışımıza başlamadan önce, yerli halkların alanlarındaki sürdürülemez endüstriyel tarımın mantığına karşı yeniden ayağa kalkmalı ve yağmalananları geri iade etmeliyiz.
“SAYGISIZ GİDİŞAT DURDURLMALIDIR”
Tüm dünya ve uluslararası toplum, yeryüzünde özellikle Afrika'da toprakların gasp edilmesine dur demelidir. Devam etmekte olan pek çok yerli topluluk ve çiftçi topluluklarının hayatta kalma mücadelesi ve gıda hakkı ile ilgili bu saygısızca gidişat durdurulmalıdır.
Hepimiz, doğal ve geçinmeye dayalı ekonomileri teşvik etmeli ve saygı göstermeliyiz. Uzun süredir global ekonominin değersizliği görülmüştür. Eğer kendi düşüncelerimizi sömürge mantığından kurtaramazsak, hiç bir şeyde başarılı olamayacağız. Paranın gücü ve egemenliğinden ve açgözlülükten tamamen vazgeçmemiz gerekiyor.
Küçük toplumlarda yerel ekonomiyi geliştirme ve tarım yapmayı canlandırma, tabiat ve yeryüzüyle barışmanın bir yolu olarak dünyada hızla farkındalığı artan bir durumdur. Suların azalması, topraktaki verim, bitki genleri kaybı, hayvanların yok oluşu, eşi benzeri görülmemiş gıda israfı, bütün bu problemler eğer bizler devam eden bu gıda sisteminde üretmeye, dağıtmaya ve tüketmeye devam edersek, çözümsüz kalacaktır.
Tarihi yansıma ve gerçeklik analizinin bize söylediği, yerli insanların pek çok iyi uygulama ve geleneksel tecrübeye dayalı bilgeliği dikkatle ve özenle araştırılmayı hak etmeleridir. Tarım alanlarında modern bir araç olacak olan yeni disiplin agroekoloji, bilim insanları ile geleneksel tecrübe arasındaki tekrar oluşturulacak bir diyalogu genişletmekten başka bir şey değildir. Tarihsel olarak yerli halkların sürdürülebilir bir gıda üretimi yaklaşımına sahip olduklarını kabul etmemek sahtekârlık olacaktır. Onlar, doğal kaynakları ve metotları kullanarak, toprağı nasıl verimli kılacaklarını, daha dirençli ürünleri ve hammaddelerini stoklamayı nasıl geliştireceklerini bilirler.
“YENİ POLİTİKALAR BASİRETSİZ VE YANLIŞTIR”
Nesilden nesile geçen bilgi sayesinde, yerli topluluklar geleneksel bilgi sistemini pekiştirdiler, yerel ekonomiyi güçlendirdiler ve geçimlerini garanti altına aldılar. Bu topluluklar, daima taze, yerel ürünleri, işlenmiş ve ithal edilmiş ürünlere tercih ettiler. Bu politika nedeniyle pek çok devlet ve kurumlar, yerli toplulukların ürün rotasyonu ve kırsal çiftçilik gibi tarım uygulamalarına karşı koyarak tehdit etmeleri basiretsizlik ve yanlışlıktır.
Slow Food, bu daimi toplantının hedefi olan dünyanın pek çok yerinde, sürekli seyahat ederek yapılan tarım modellerini devam ettirmek için çalışan yerli halkların uygulamalarının desteklenmesini paylaşmaktadır. Üstünlük ya da dışlanmanın herhangi bir türüne karşı mücadele etmek, kardeşlik ruhunu oluşturarak kültürel çeşitliliği tekrar güçlendiren ve otonomiyi -kendi kendini yönetme- teşvik eden tüm uluslararası birlikler, şartsız tam bir desteği hak ederler. Bunun verdiği güçle, bizler Phrang Roy tarafından idare edilen Indigenous Partnership for Agrobiodiversity'nin düzenlediği gıda festivalinde yerel gıda profilinin artması, gıda egemenliğinin teşvik edilmesi ile ilgili faaliyetleri destekliyoruz. Sonuçlar, çok heyecan verici ve birkaç elitin ayrıcalıklı olarak ele geçirdiği bir bilgi olmaktan ziyade hiçbir ayrımcılık yapılmaksızın herkesin hakkı olan gastronomi bilimlerinin elde edilmesinde yardımcı niteliktedir.
Slow Food ve Indigenous Partnership arasındaki işbirliği Nisan 2014'de 2'incisi düzenlenecek olan “Terra Madre Yerli Topluluklar” organizasyonunun Kuzeydoğu Hindistan'da düzenlenmesini sağlayacaktır. Kendi türünde eşsiz bir toplantı olacağı için katılmanızı ümit ediyoruz.
“YERYÜZÜ İNSANOĞLUNA AİT DEĞİLDİR”
Konuşmamdaki ruh halim ve kullandığım kelimelerden anlayacağınız şekilde, dünyadaki insanlar arasında yavaş bir şekilde yayılan bu fikirlerin farkına varılması ve çeşitliliğin değerinin paylaşılmasının gerekliliğini çok önemsiyorum. Yeryüzündeki ortak menfaatlere sahip çıkmaya çalışmak tamamen yanlıştır. Amerikan yerlilerinin sözleriyle: Çocuklarımıza öğrettiğimizi sen çocuklarına öğret: Yeryüzü annemizdir. Yeryüzünün başına gelen ne ise, çocuklarının da başına gelir. Biz topraktan geliriz? Bizim bildiğimiz şey; yeryüzü insanoğluna ait değildir. İnsan yeryüzüne aittir. Topraklarımız paradan daha değerli ve daima öyle kalacaktır.
“KİBİRLİLER MÜTEVAZILARIN HAKKINI YİYOR”
Dünyanın pek çok bölgesinde, kibirliler, mütevazıların haklarını yemekte, bilgi ve hikmet konusunda en yüksek seviyede olmalarına rağmen çiftçiler, çobanlar, balıkçılar toplumun en zayıf bireyleri kadınlar, yaşlılar ve yerlilere kendi sınırları içinde özgürce davranma özgürlüğü verilmemektedir.
“ÇÖZÜM: YERYÜZÜYLE BARIŞMAK!”
Her şeye rağmen gittikçe artan bir farkına varışla biliyoruz ki; devam etmekle olan krizin tek çıkış yolu, yeryüzüyle barışmaktır. İsrafa karşı mücadelede olan iyi uygulamalar, paylaşmak ve vermek, toprağa geri dönüş, öfke ve endişe taşımadan tedricen başarılabilir. Yeryüzü, zamanın en iyi iyileştirici değer olduğunu bize hatırlatacaktır. Benim memleketimde “Para ve yaşamdan daha çok zaman var” atasözü söylenir.
Bahsettiğimiz bu prensiplere günlük yaşamlarında bağlı kalmış bu yerli insanlara tüm insanlık minnettardır. Sizler daima çocuklarınıza, her şeyin bir biriyle bağlantı içerisinde olduğu ve yaratılmış tüm canlıların birbirine özen gösterme şansına sahip olmasının bize verilen bir lütuf olduğunu öğrettiniz. Bunun, bize yol gösterecek bir ders olmasını diliyorum. Lütuf konusu açılmışken, bugün buradaki toplantıya hoş geldiniz ve şimdiye kadar edindiğim en değerli hediyelerden biri sizlersiniz, teşekkürler.
Kaynak: Slowfood.com Bu konuşma Emine Şahin tarafından Gıda Hareketi için tercüme edilmiştir.
2006 yılında çıkarılan ve yürürlükteki 5553 sayılı kanın kadim / atalık /ananevi / eski / fıtrî / tabii tohumlarla ilgili pek çok konuda yasaklar getiriyordu. Genetik yapısıyla oynanıp hibrit adı altında satılan tohumları dayatan ve tabii tohumlara yönelik yasak getiren kanunun değişmesi için CHP, TBMM'ye teklif sundu. Gıda Hareketi olarak tüm siyasi partilere bu teklifi destekleme ve bir an evvel kanunlaştırma çağrısı yapıyoruz.
Alman ilaç ve kimya devi Bayer, yabani otlara karşı kullanılan glifosat maddesinin kansere yol açtığı gerekçesiyle hakkında açılan davalarda anlaşma yoluna gitti. Bayer, davacılara 10 milyar 900 milyon dolar ödeyecek.
Türkiye’de GDO’lu tohumun üretim ve satışı yasak olmasına rağmen büyük bir skandal ortaya çıktı. Tarım ve Orman Bakanlığının her türlü deneme ve incelemeleri yapılarak satışına izin verilen belgeli tohum da bile GDO tespit edildi.
Karpuzun içindeki çatlaklar çok büyük bir tehlikenin habercisi olabilir. Bu çatlaklar, forchlorfenuron adındaki büyümeyi artırıcı kimyasalın sonucunda oluşuyor.
Fransız bilim adamlarının yaptığı araştırma, günde fazladan 100 mililitre şekerli içeceğin, kansere yakalanma riskini yüzde 18 artırdığını gösterdi.
Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Tıp Fakültesinde bir grup bilim insanı, deney hayvanlarıyla yaptığı çalışmada, yayık tereyağının 'öğrenmeyi olumlu etkilediğini', 'margarinin ise 'depresyonu tetiklediğini' tespit etti. Kaynak: Bilim adamları margarin, ayçiçek yağı, zeytinyağı ve tereyağını inceledi sonuç şaşırtıcı
Akredite laboratuarda yaptırdığım analiz sonuçlarında aflatoksin içermeyen süt bulamadım. Tamamen önlenebilir bu durum üretici hatası olup, sütü işleyen firmalarla hiçbir ilgisi yoktur.
Ülkemizde, dünya sığır ırkları listesine girmiş 4 ana sığır ırkı bulunmaktadır.
Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi'nin dünyada bir benzeri daha olmayan Ambalajlı İçme Suları Raporu yayınlandığında başta su firmaları olmak üzere Sağlık Bakanlığı'nın saldırısına maruz kalmıştı. Suç duyurularında bulunulmuş ancak savcılar Gıda Hareketi yetkililerini haklı bulmuştu.
Yorum Yap
Yorumlar