Özgün Duruş Gazetesi, Gıda Hareketi Lideri Kemal Özer'le son kitabını konuştu. Kemal Özer, Özgün Duruş'a ilginç açıklamlarda bulundu. İşte mülakat:
Kemal Bey önce “Deccal Tabakta” şimdi “Şeytan Ye Diyor” sırada “Mehdi” mi var yoksa?
Kitapların isimleri, yazıldıktan sonra ortaya çıktığı için, gelecek olan yeni çalışma Mehdi mi bilmiyorum. Ama ‘Mehdi' isimli bir kitap yazacağımı sanmam.
‘O halde yeni bir çalışma var mı' diye sormayacağım. Çünkü var olduğuna dair daha önce gazetemizde haber yapmıştık. Yeni kitap Roman mı olacak?
Nasip olursa ‘Roman' olacak.
Konusu yine gıda mı?
Konusu gıda değil ama romandaki farklı dinlere mensup kahramanların beslenme biçimleri ve bu beslenmelerin davranışlara etkileri özel olarak vurgulanıyor.
Hep gıda mı yazacaksınız?
Aslında ben gıda konusunu yazmıyorum. Ben insanlığa doğrultulmuş silahları yazıyorum.
Nasıl yani?
İnsanlara ‘çağımızın en büyük silahı nedir' diye sorsak; kimisi atom, kimi nükleer diyecektir. Oysa bu doğru değil. Elbette ki bu silahların ne kadar korkunç olduğunu herkes bilir. Hâlbuki gıda, ilaç ve aşıların silah olarak kullanılmasından daha korkuncu olamaz.
Günümüzde gıdalar, silah olarak mı kullanılıyor?
Elbette gıdalar, ilaçlar ve aşılar ne yazık ki silah olarak kullanılıyor. Bunu daha korkunç kılan ise, insanların ezici çoğunluğunun bunun bir silah olabileceğini bilmemesi. Fiziki ve biyolojik açlığını gidermek için can hıraç çalışan insan, aldığı sözde gıdaların silah olduğunu bilse, bunu tüketir mi? Çoluk çocuğuna yedirir mi? Elbette yedirmez. Ama bilmiyor ve yediriyor.
‘Deccal Tabakta' kitabınızı okuduğumuzda, GDO'nun silah olarak kullanıldığını öğrenmiştik. Söylediklerinizden, sorunun bununla sınırlı olmadığını mı anlamalıyız?
Evet, aynen öyle. GDO; insan için olduğu kadar, hayvanlar ve bitkiler içinde ölümcül bir silah. GDO meselesi, GDO'cuların iddia ettiği gibi dünyadaki sanal açlık sorununun çözümü değil. Ayrıca bu meselenin sadece sağlık boyutunu tartışmakta doğru değil. Bu karmaşık mesele; siyasi, ekonomik, kültürel, sosyal, çevresel ve dinî bir sorun. Aynı sorun, diğer tüm gıdalar içinde geçerli. İki şeyi hiçbir zaman unutmamak gerekiyor. Birincisi, 20 yy'ın en büyük keşfi; gıda, ilaç ve aşının silaha dönüştürülmesi. İkincisi ise bitkilerin tabiî yapısını bozduğunuzda, tüm yaşamın sona ereceği. Unutmamalıyız ki, tüm canlıların en önemli besin kaynağı, bitkiler. Bitkilerin olmadığı bir dünyada hayvan ve insan yaşamı olmaz. Bozuk bitkiler sağlıksız bir yaşam demektir.
Bu yüzden bitkiler üzerinde işlem yapmak, bu bitkileri tüketen tüm canlılar üzerinde işlem yapmış olma sonucunu doğurur. Dolayısıyla da gıdanın…
Yeni kitabınız ‘Şeytan Ye Diyor! İnsan ne yemeli ne yememeli?'nin içeriğine bakmadan, kapakta ‘Ne yiyeceğimizi şaşırdık' diyenlere dosdoğru tavsiyeler! ifadesiyle birlikte, ‘Hangi gıdalar temiz, hangileri şüpheli, hangileri haram?' ifadelerini görüyoruz. Sahi bu nasıl bir kitap?
Bu kitabın bugüne kadar gıdalarla ilgili yazılmış hiçbir kitaba benzemediğini söylersek umarım abartmış olmayız. Çünkü gıda meselesini; ne tek başına sağlık, ne temizlik, ne genetik, ne kimyasal ne de dinî açıdan ele almıyor. Bilakis temel gıda maddelerinin tarihi boyutu, endüstrileşme süreci, bu süreçte uğradığı tahribat, üretim prosesleri, üretim sürecinde uğradığı değişim, sağladığı yarar ve zararlar, Kur'an ifadesiyle helâl ve temiz onların kirletilmesi, sade bir yaşama nasıl dönülebileceği ve israftan korunma yöntemi gibi boyutlarını topluca ele alan ve de reçete sunan bir çalışma.
Kitapta, Kur'an-ı Kerim'de ifade edilen ‘helâl ve temiz'e ait sık sık vurgu yapılıyor. Sizce nedir ‘helal ve temiz'? Nasıl anlamalıyız bu emri?
İmam-ı Gazali helali; ‘Mutlak mânâda helâl olan şey şudur: Zatı, aynısında haramlığı icap ettiren sıfatlardan uzak ve sebepleri de haram veya kerahiyetin (pis, iğrenç, çirkin, tiksindirici fena şeyler) arız olabileceği şeylerden uzak olanlardır' şeklinde tarif eder. Kur'an'da yasaklanan domuz, sarhoş ediciler, kan, Allah adı anılarak kesilmeden ölmüş hayvanlar ile yırtıcı hayvanların, helâl olmayan gıdalar olduğunu çoğu kimse bilir. Kur'an Kerim, yenilebilir gıdaların özelliklerini sayarken, hep “halalen tayyiba” yani “helâl ve temiz” kelimelerini kullanıyor. Helâl kısmı önemli ölçüde anlaşıldığına göre “temiz”den murat ne? İşte Müslümanlar genellikle bu kısmını görmezden geliyor, ya da üzerinde pek kafa yormuyorlar. İslam, gıdaların fıtratları bozulmadan üretilip-tüketilmesini ve yasaklananlardan her koşulda kaçınılmasını şart koşar. Özetle İslam, gıdanın sadece “temiz” olmasını ister. “Şeytan ye Diyor!” kitabı, İslam'ın temiz gıdadan ne kastettiğini anlama gayretidir.
Yine özetle diyebiliriz ki; gıdanın temiz olmasından maksat; maddi ve manevi kirlerden arınmış olmasıdır. Bu durumda da haklı olarak “maddi ve manevi kir nedir?” sorusu gelir. Manevi kirler, birçok ilmihalde bulunabilecek bilgiler. Peki, maddi kirden kasıt; ‘görünür temizlenebilir kirlenme mi, canlılar için zararlı tarım kimyasalları mı, antibiyotikler ve hormonlar mı, genetik değişiklikler mi, raf ömrünü uzatmak için yapılan işlemler ve gıdalara eklenen katkı maddeleri mi, ya da hepsi mi?' Kanaatimizce hepsi maddi kirlerdir ve ister Müslüman olsun, ister olmasın insanların bundan kaçınması şart. Çünkü bu maddi kirler, insanın ruh ve beden sağlığını tehdit ediyor. İnsanla da kalmıyor, tabiattaki bitki ve hayvan yaşamını da tehdit ediyor. Endüstri, dünyayı fiziki ve kimyasal çöplüğe çevirmiş durumda. Bu çöpler artık evrendeki yaşamı tehdit ediyor. Evrenin ve midelerin çöplüğe çevrilmesine, kim helal ya da caiz diyebilir ki?
Bugün hepimiz, elimizde bir alışveriş listesi ile marketlere gidip, arabaları dolduruyoruz. Bu durumda bu yanlış bir davranış mı? Bu yanlış ise nelere dikkat etmeliyiz?
Öncelikle belirtmek isterim ki, bizim evde gıda alışveriş için markete gidilmez. Yalnız olmadığımı biliyorum. Ama ne yazık ki çoğunluk böyle yapmıyor. Öncelikle yapmamız gereken, büyük dedemizin ne tüketip ne tüketmediğini araştırmak. Eğer sağlıklı bir yaşam sürmek istiyorsak, büyük dedemizin tüketmediklerini asla tüketmeyeceğiz. Dedemiz hayatta ise artık onlar da torunları gibi tüketseler de, onların babaları öyle değildi. Onlara babalarının neler yediğini sorup, onu reçete yapabiliriz. Bugün ne yazık ki dede, oğul ve torun aynı şekilde tüketiyor. Bugün ne yazık ki, dede, oğul ve torun aynı şekilde tüketiyor. Bu nedenle dedelerimizi değil, büyük dedelerimizi örnek almamız gerekiyor.
‘Amaç reçete vermek' demiştiniz, özetlersek bize nasıl bir reçete verirsiniz?
O halde şöyle yapalım. Birinci ilkemiz, endüstriyel tüm ürünlerden uzak durmak olmalı. Fermente, pastörize edilmiş gıdalar ile katkı maddeli gıdaları kesinlikle tüketmemeli. En iyi katkı maddesinin mutlaka bir yan etkisi var. Zararsız bir katkı maddesi şimdilik yok.
Çoğunluğun yaptığı en temel yanlış, herhangi bir zamanda, herhangi bir şeyi sorgulamaksızın tüketmek. Daha da önemlisi, bundan hiçbir endişe duymamak. İnsanlar, rafa konmuş her ürünü gönül rahatlığıyla tüketiyor. Oysa diğer canlılar böyle yapmıyor. Kokluyor, tadına bakıyor, tabiiliğini inceliyor, sonra tüketiyor.
Bu durumda, akletmekle görevli insanların, bir ürünü tüketmeden önce birçok açıdan ele alması gerekmez mi? ‘En basit haliyle, bu bir ihtiyaç mı? Bu ürün ve içeriği, ruh ve beden sağlığımı nasıl etkiler? Bu, benden neşet edecek nesli nasıl şekillendirir? Dinim buna nasıl bakar? Bu ürün üretilirken çevreye ne kadar zarar verdiler? Kim üretti? Rafta ne kadar bekledi?' diye uzayıp giden soruları mutlaka sorması ve buna göre tüketmesi gerekir. Bunlar, her dakika sorulacak sorular değil elbette. İnsan kendisi için bunları bir defa araştırır. Tüketilip tüketemeyeceklerini belirler, sonra da sürekli onları tüketir veya tüketmez. Alternatif bir ürün söz konusu olduğunda, bunu bir kez daha tekrarlar. ‘Reklâm ediliyor, üretici güçlü bir firma, devlette buna izin verdiğine göre istediğim gibi tüketebilirim' düşüncesi son derece yanlış. Kimsenin bunları demeye hakkı yok. İlkeleri sıraladıktan sonra, reçeteye geçebiliriz.
İyi olur…
Öncelikle mutfaktaki sahte gıdalardan kurtulmamız lazım. Hangi yağ kullanıyorsa terk edip, soğuk sıkım ‘sızma zeytinyağı' kullanmalıyız. İster pancardan ister kamıştan, isterse de mısır veya benzer bitkilerden elde edilsin, ister beyaz olsun isterse de kahverengi tüm şeker ve şeker içeren her türlü gıdadan uzak durulmalı. Eve şeker almamalı. Şeker yerine ise bal, pekmez, hurma... Hz Peygamber s.a.v.'inde nehyettiği beyaz un yerine, taş değirmende öğütülmüş, koruyucu eklenmemiş ‘tam buğday unu' ve dolayısıyla ekmeğine geçmeliyiz. Aman dikkat, kahverengi ekmek değil.
Rafine beyaz tuz yerine, Çankırı'nın rafine edilmemiş kaya tuzunu tercih etmeli. Çocuklara bisküvi, çikolata kek gibi ürünler yerine, hurma, ceviz, fındık, badem, kuru üzüm yedirmeli. Tavuk, tüketim listesinden çıkarılmalı. Et, kuzu mümkünse keçi eti olmak üzere haftada maksimum bir kez. Kültür ve dip balıkları yerine hamsi veya istavrit gibi yüzey balıkları… Gazlı içecekler, hazır meyve suları ve mevsimsiz hiçbir meyve-sebze tüketilmemeli. Mevsiminde ise tabiî tarım ürünleri. Gıda için daha çok harcama, ama daha az tüketim.
Kitaplarınızda Tarım ve Sağlık bakanlıklarına ciddi eleştiriler yöneltiyorsunuz neden? Görevlerini yapmıyorlar mı? Mesela gıda ürünlerinin çoğunda ‘Tarım Bakanlığı'nın izni ile üretilmiştir' deniliyor. Oysa siz endüstriyelden uzak durun diyorsunuz. Zararlı ise neden izin veriyorlar. Herkes bilmiyorsa, bir tek siz mi biliyorsunuz?
Elbette tek biz bilmiyoruz. Bilmekle, kamuoyu önünde açık yüreklilikle konuşmak farklı şeyler. Aradaki temel fark şu: Bizim siyasi beklenti, koltuk veya maddi bir çıkar bağımız yok kimseyle. Kelimenin tam anlamıyla özgürüz. Bizi tedirgin eden tek şey, hesap günü. Bakanlıklara gelince; bu haliyle onların yokluğu, varlıklarından daha hayırlı. Bir ürünün Bakanlığın izniyle üretilmesi; dünyanın hiçbir yerinde helal, temiz, sağlıklı, tabiî ve GDO'suz olduğu anlamına gelmez. Sadece, devlette kaydı olan bir üretici anlamına gelir o kadar. Daha basit ifadeyle, vergi mükellefliğinin başka bir göstergesi. Kendi bahçenizde hiçbir tarım kimyasalı kullanmaksızın tabiî tohumlardan ürettiğiniz üründen daha sağlıklısı olabilir mi? Tarım Bakanlığı'nın izni olmaksızın üretilen bu ürün için, ‘üretim izni yok' o halde ‘kötü' diyebilir miyiz? Buradaki izin değil, ruhsatlandırma. İkisi birbirinden çok farklı. Mesela, bir berber dükkânını açarken nasıl ki işletme ruhsatı alıyorsa veya siz gazete çıkarırken nasıl basın kanununun gereğini yapıyorsanız, gıda üreticilerinin de yaptığı, sadece ilgili mevzuatın prosedürünü tamamlamak, o kadar. Bu nedenle, Tarım Bakanlığı üretim ruhsatı almış ürünler için ‘güvenli' denilemez.
Son olarak neler söylemek istersiniz?
Herkese kitabı okumalarını öneririm. Böyle bir gıda kitabını dünyanın hiçbir yerinde bulamazlar. Pişman olmayacaklar
Bize zaman ayırdınız ayrıca verdiğiniz değerli bilgiler için teşekkür ederiz.
Asıl ben gösterdiğiniz ilgi için çok teşekkür ederim.
2006 yılında çıkarılan ve yürürlükteki 5553 sayılı kanın kadim / atalık /ananevi / eski / fıtrî / tabii tohumlarla ilgili pek çok konuda yasaklar getiriyordu. Genetik yapısıyla oynanıp hibrit adı altında satılan tohumları dayatan ve tabii tohumlara yönelik yasak getiren kanunun değişmesi için CHP, TBMM'ye teklif sundu. Gıda Hareketi olarak tüm siyasi partilere bu teklifi destekleme ve bir an evvel kanunlaştırma çağrısı yapıyoruz.
Alman ilaç ve kimya devi Bayer, yabani otlara karşı kullanılan glifosat maddesinin kansere yol açtığı gerekçesiyle hakkında açılan davalarda anlaşma yoluna gitti. Bayer, davacılara 10 milyar 900 milyon dolar ödeyecek.
Türkiye’de GDO’lu tohumun üretim ve satışı yasak olmasına rağmen büyük bir skandal ortaya çıktı. Tarım ve Orman Bakanlığının her türlü deneme ve incelemeleri yapılarak satışına izin verilen belgeli tohum da bile GDO tespit edildi.
Karpuzun içindeki çatlaklar çok büyük bir tehlikenin habercisi olabilir. Bu çatlaklar, forchlorfenuron adındaki büyümeyi artırıcı kimyasalın sonucunda oluşuyor.
Fransız bilim adamlarının yaptığı araştırma, günde fazladan 100 mililitre şekerli içeceğin, kansere yakalanma riskini yüzde 18 artırdığını gösterdi.
Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Tıp Fakültesinde bir grup bilim insanı, deney hayvanlarıyla yaptığı çalışmada, yayık tereyağının 'öğrenmeyi olumlu etkilediğini', 'margarinin ise 'depresyonu tetiklediğini' tespit etti. Kaynak: Bilim adamları margarin, ayçiçek yağı, zeytinyağı ve tereyağını inceledi sonuç şaşırtıcı
Akredite laboratuarda yaptırdığım analiz sonuçlarında aflatoksin içermeyen süt bulamadım. Tamamen önlenebilir bu durum üretici hatası olup, sütü işleyen firmalarla hiçbir ilgisi yoktur.
Ülkemizde, dünya sığır ırkları listesine girmiş 4 ana sığır ırkı bulunmaktadır.
Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi'nin dünyada bir benzeri daha olmayan Ambalajlı İçme Suları Raporu yayınlandığında başta su firmaları olmak üzere Sağlık Bakanlığı'nın saldırısına maruz kalmıştı. Suç duyurularında bulunulmuş ancak savcılar Gıda Hareketi yetkililerini haklı bulmuştu.
Yorum Yap
Yorumlar